Funda Özsoy E.
Günümüz Türk hikayesinin önemli yazarlarından Mustafa Kutlu, bu defa edebiyat, kültür ve sanat üzerine yazdığı yazılarıyla okurlarını selamlıyor. Uzun yıllar genel yayın yönetmenliğini de yaptığı ve üç kuşak okurunu, yazarını yetiştiren Dergah dergisinde ve Yeni Şafak gazetesinde yayımlanmış olan bu yazılar, Sel Gider Kum Kalır adı altında bir kitaba dönüşmüş.
1990 yılından günümüze uzanan bu yazıları bir araya getiren esere, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun (Türk Edebiyatı dergisi, sayı 224) Mustafa Kutlu ile yaptığı röportajın bir önsöz olması da farklı bir renk katmış. Mustafa Kutlu’nun tenkit üzerine fikirlerini beyan eden bu röportaj, Sel Gider Kum Kalır kitabındaki yazıların içeriği hakkında da ipucu veriyor bize. Kitabın bizzat tasarımı yazara ait olan kapağını açarak sayfalar arasında daha yolculuğa başlamışken bizi karşılayan bu röportajı okuduğumuzda anlıyoruz ki Mustafa Kutlu, edebiyat, kültür ve sanat üzerine bu yazılarını kaleme alırken kendini bir münekkit olarak değil de öncelikle iyi bir okur olarak kabul ediyor ve biz okurlarının da öyle görmesini istiyor, “Bir okuyucunun intibalarıdır yazdıklarım.” diyerek. Hakkında yazmaya değer bulduğu eserleri ele alırken “Taraf tutma, takım tutma işinde yokum; kendi inanç, görüş ve eğilimlerime yakın eserleri sevmeye, övmeye hakkım vardır; tabii eğer eser de bunu hak ediyorsa.” diyerek aslında münekkit olmaktan ziyade iyi bir okuyucunun okudukları üzerine öznel fikirlerinini beyan eden yazılarıyla, beğendiği bu eserler hakkında başka okurları da haberdar etmeyi ve hatta eser sahiplerine de emekleri ölçüsünde destek olmayı amaçladığını hissettiriyor bizlere. Özellikle içinde nice umutlar barındıran ilk eserlerden bazılarına dikkati çekmesi de ayrı bir önem kazandırıyor bu yazılara. Unutulmamalıdır ki Mustafa Kutlu, bir hikayeci ve bir dergi yöneticisi olarak Dergah’ın kapısından pek çok yazarı içeriye almış biridir. Onun bir zamanlar kucak açtığı, ilk eserleri üzerine kalem oynattığı genç yazarlar, bugün artık Türk edebiyatına önemli katkılar sağlayan yazarlara dönüştü, aşı tuttu.

ŞİİR BAŞKÖŞEDE
Aslında bir kırambar da diyebiliriz Sel Gider Kum Kalır kitabı için. Şiirden hikayeye, romana, sinemaya, televizyona kadar sanatın ve edebiyatın farklı alanlarına yer veren kitapta, Mustafa Kutlu’nun kendisi de bir hikayeci olmasına rağmen başrolü şiire verdiğinin altını çizmek isterim. Sanırım şiir için bütün sanatların mukaddimesi diyebiliriz bu durumda. Ne de olsa önce söz vardı ve Peygamberimize ilk gelen vahiy dahi “oku” diye başlarken yine kendisine Molla Camii’nin “Peygamber değildir ama kitabı vardır.” diyecek kadar önemli bir paye biçtiği Mevlana Hazretleri’nin bir şaheseri olan Mesnevi de “Dinle” diye başlayarak sözün kıymetini hatırlatır bize.O halde şiir, elbette sözün incisidir ve Mustafa Kutlu da bir söz sarrafı olarak şiiri, Sel Gider Kum Kalır kitabının baştacı yapmış vesselam.
YAPICI ÖNEMLİ TESPİTLER
Kitabın bu şiir bölümünde beni en çok şaşırtan; Mustafa Kutlu’nun 1990’lı yıllarda çıkan şiir kitapları ile ilgili yazdığı yazılar arasında yer verdiği Kemal Sayar’ın “Hızır ve Roza” isimli kitabı oldu. Zira günümüzde önemli bir psikiyatr olarak bildiğimiz ve insanın kendine yolculuğuna rehberlik eden kitaplarıyla artık isim yapmış olan Kemar Sayar’ın bir zamanlar şiir yazdığını bilmiyordum. Halbuki o yıllar, benim üniversitede okuduğum ve çıkan her kitabı yakından takip etmeye çalıştığım yıllardı. Nitekim Mustafa Kutlu’nun Sel Gider Kum Kalır kitabında özellikle hikaye ve romana ayırdığı bölümde hakkında yazı yazdığı kitapların büyük çoğunluğunu, o yıllarda benim de okuduğumu ve bir kısmının yazı yolculuğumda bana rehberlik ettiğini düşündüğüm eserler olmasından ayrı bir heyecan duyduğumu belirtmek isterim.Mesela Tomris Uyar’ın Sekizinci Günah’ı, mesela Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun Ahir Zaman Gülüşleri, mesela Sibel Eraslan’ın Balık ve Tango’su… Kutlu, bu eserler üzerine, sadece okurun değil, bizzat eser sahiplerinin de dikkate alması gereken önemli ve yapıcı tespitlerde bulunuyor. Keza kitabın romana ayrılmış bölümünde de o yıllarda severek okuduğum eserler üzerine yazılmış yazılar, bana bir zaman yolculuğu yaptırdı. Altını çizerek okuduğum Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ını, Bilge Karasu’nun Kılavuz’unu, Peride Celal’in Kurtlar’ını, Tahsin Yücel’in Peygamberin Son Beş Günü’nü sanki daha yeni okumuşum, sanki yıllar geçmemiş de ben kırklarımı aşmamışım; içimden gürül gürül ırmakların aktığı, iştahlı okumalar yaptığım o yıllardayım yine, işte öyle bir heyecan, bir özlem, bir burukluk yüreğimde Sel Gider Kum Kalır kitabını okurken. İnsan beyni ne tuhaf; geçmişi nesneler, yaşanmış olaylar, okunmuş kitaplar aracılığı ile hep zihninde taşıyor farkına dahi varmadan. Ve benim yaptığım şimdi, Sel Gider Kum Kalır gibi bir kitabın sayfalarını çevirirken o eski zaman sevinçlerini, arzularını, heyecanlarını da bir geçmiş zaman bohçasından çıkarıyorum tek tek. Sanırım kitabın beni en çok saran bölümü de hikaye ve romana ayrılan bölümleri oldu bu yüzden. Yıllar sonra sayfalarını yeniden çevirdiğiniz bir eserin içinde gördüğünüz kurutulmuş bir çiçeğe bakarken nasıl hüzünlenirseniz, Sel Gider Kum Kalır kitabının bu bölümlerini okurken hissettiğim duygu da bu oldu benim için. Ama şu da var ki, Mustafa Kutlu’nun hikaye kitaplarını okuyanların fark ettiği üzere, yazarın sözcülerinin kimyasına işlemiş olan iyimserlik duygusu, bu yazılarında da kendini gösteriyor ve yeniden güneş açıyor ruhunuza; ne güzel, ah ne güzel!